Kim Kimdir ?

Wolfgang Amadeus Mozart

Wolfgang Amadeus Mozart

Wolfgang Amadeus Mozart (Johannes Chrysostomus Wolfgangus Theophilus Mozart) (Doğum 27 Ocak 1756 – Ölüm 5 Aralık 1791)

Gotik ve Barok donem Bu kelimeleri duyunca hepimizin zihninde oluşan imğelerin aksine Gotik ve Barok; mimarisiyle;yaşam tarzıyla, müziğiyle, Orta Çağ daki baskıcı ve karanlık dönemin atmosferini; Rönesans Reformun yenilikçi, radikal, katı kurallara karşı çıkarak aklı çağıran düşünce sistemini potada eritmiş, günümüze çok keskin etkiler bırakan bir portredir. Adeta aydınlığa sıçrayt dönemleridir Bu süreçte Avrupa, özellikle Avusturya ve Almanya, birçok müzik dehasının doğuşuna tanıklık etmiş, gelişim süreçlerini kendi kültürlerine adapte ederek klasik müziğin beşiği haline gelmiştir

Wolfgang Amadeus Mozart işte tam bu geçiş döneminde, Leopold Mozart ve Anna Maria Mozart’ın oğlu olarak 27 Ocak 1796’da Satzburg’da Getreidegasse 9’un ön odasın doğmuştur. Burası Saizburg Başpiskopostunun; başkentidir Günümüzde Avusturya’da bulunup, o dönemde Roma İmparatorluğu! bir parçasıdır Kardeşlen arasında doğumet sonra yaşayan sadece kız kardeşi, lakabı Nannarel olan Maria Anna Mozart idi

Mozart’ın babası Leopoid Mozart, kuşkusu bu büyük müzik dehasının gelişimine an fazla katkıda bulunan insandır. Kendisi Avrupa nın başlıca müzik hocalarından biri idi Salzburg Başpiskoposunun orkestrasının şefiydi ve oldukça başardı bir enstrüman müziği bestekarıydı.

Ancak oğlu Wolfgang Amadeus Mozart kendinden 5 yaş büyük olan kızkardeşinin çaldıgı parcaları kendi kendine çalmaya başlayınca oğlundaki özelliği fark etti kendisini oğlunun eğitimine  adamaya karar verdi. Hele birgün Wolfgang Amadeus Mozart eline geçirdiği bir kalemle  kalemle konçerto çizdiğini görünce, ona ciddi olarak klavsen dersleri vermeye beşledi

Gerçekten de Wolfgang Amadeus Mozart doğuştan olağanüstü özellikleri vardı, kulağı, kemanda bir  notanın 8 de 1 ri olan akort düşüklüğünü fark edecek derecede hassastı ve çirkin şenlere gürültütere tepkisi ise baygınlık geçirecek olçüde idi deniyordu.

Zaman geçtikçe Mozart’ın müzik yanında arit­metik ve resme de yeteneği olduğu ortaya çıkıyordu.

Çevrede bu harika çocuğa karşı ilginin artması üzerine, babası bu erken doğan güneşten fay­dalanmak için oğlunu ve kızını yanına alarak Avrupa kentlerini dolaşmaya, konserler ver­meye başladı. Wolfgang klavsen, keman ve org çalmadaki ustalığıyla, her şeyden fazla doğaçtan çalışlarıyla dinleyicilerini hayrette bırakıyordu. Müzik aletlerini çalmakta gösterdiği kolaylığa denk bir kolaylıkla beste de yapmaya başladı. Beş yaşında menuet, yedi yaşında konçerto ve sekiz yaşında sen­foni meydana getirdi.

Sadece altı yaşında, 1762 yılında, Münih’in Baveryası’nda Elector Meydam’nda, aynı yıl içinde Prag ve Viyana’da imparatorluk meydanında verdiği konser babasının tahmin­lerinin yanlış olmadığını göstermiş; babası ile birlikte çıktığı, üç buçuk yıl süren Avrupa gezisi sırasında Münih, Mannheim, Paris, Londra (Burada ünlü İtalyan çellocu Giovanni Battista Cirri ile çalmıştır), Lahey, Zürih, Donaueschingen gibi Avrupa’nın kültür başkentlerini ziyaret etmiş, birçok kültürden insanı kendine hayran bırakmıştır. Gezisi sırasında birçok müzisyenle tanışmış ve ken­disi de bu müzisyenlerin eserlerine aşina olmuştur. Tanıştığı müzisyenler arasında en önemli isim, daha sonra ken-disine ilham kaynağı olacak olan Johann Sebastian Bach’ın oğlu Johann Christian Bach’tır. Londra’da tanıştığı Bach; Mozart’a, birçok es­erinde ilham kaynağı olacak, eserlerinde Bach’ın eserlerinden derin izler bulunacaktır.

Kısacık hayatının büyük bir bölümünü yollarda geçiren Mozart, 1770-1773 yılları arasında çıktığı Avrupa gezisinin uzantısı olarak İtalya’yı da ziyaret etmiştir. Mozart bu dönemde üç opera besteler: “Mitridate R6 di Ponto” (1770), “Ascanio in Alba” (1771), ve “Lucio SiHa” (1772). Üç opera da Milano’d oynanmıştır.

İlk opera eseri olan “Lucia Silla”, Milano’da çalındığı zaman Mozart kendini opera sah­nelerine de, üstelik operanın vatanı İtalya’da, kabul ettirmiş bulunuyordu. Sadece on dört yaşında iken papa tarafından kabul edilerek, o güne kadar sadece büyük ustalara layık görülen “Altın Mahmuz” nişanı ve şövalyelik beratına layık görüldü. İtalya’daki ziyaretinin şu an efsane haline gelen hikayelerinden birisi de Şistine Chapel’de duyduğu Gregorio Allegri’nin Miserere’sini, hafızasına alıp küçük hatalarını düzelterek, Vatikan malının ilk yasadışı kopyasını üretmesidir.

Aioysia Weber’le tanışıp aşık olması ise anne­siyle birlikte gittiği Münih, Mannheim ve Paris’i kapsayan Avrupa turnesi zamanlarına denk gelir. Aloysia’nın Wotfgang’dan oldukça kısa bir süre sonrasında ayrılması ise büyük dehanın özel hayatında, müzikte olduğu kadar başarılı olamadığını akıllara getirir. İnsanlarla iletişim kurabilme, duygularını aktarabilme yolu olarak o, müziği seçmiştir.Bu hikayedeki en ilginç detay ise, Mozart’ın dört yıl sonrasında Aloysia’nın kardeşi Constanza ile evlenmiş olmasıdır.

Mozart’ın ilk büyük operası Idomeneo’nun, Münih’de oynandığının (1780) ertesi yılında, Vıyana’ya gelen patronu, Prens Başpiskopos Colloredo ile birlikte Mozart’ı ziyaret eder. Salzburg’a geri döndüklerinde, opera şefi olan Mozart, isyanını arttırır ve Başpiskopos’un müzik işleriyle ilgilenmek istemez. Bu düşüncelerini söylemesiyle de Başpiskopos desteğini çeker. Mozart’ın açıklamasına göre, atılması; -resmen- “kıçına bir tekme yiyerek” olmuştur. Bu olaydan sonra da müziğini özgürce yapabilmek için Viyana’ya yerleşir. En güzel esrlerini bu dönemde notalara döker.

Bu bir nebzede Türk tarihi için önem taşır. Tüıklerin Avrupa’nın dört bir yanında konuşulduğu o dönemde. Mehter marşı’ndaki ritimden esinlenen Mozart, 11 numaralı la majör piyano sanatı’nın (K. 311) 3’üncü bölü­münde “Ronda alla Turca” (Türk Marşı)’nı besteler. Bu beste halen, Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm özel davetlerinin yanı sıra, ülke tanıtımında kullanılmaktadır ve belki de Dünya’da Türklere yazılmış olan en fazla tanınmış bestedir.

1782’de yazdığı operası “Die Entführung aus dem Serail”, hepimizin bildiği diğer bir adıyla “Saraydan Kız Kaçınma” Mozart’ın Tüıklerin yaşantısına olan ilgisini kanıtlar niteliktedir. Bu operasında bahsedilen saray, Topkapı Sarayı’dır ve opera Türkiye’de geçmektedir. Selim Paşa’nın ve harem ağası Osman’ın tutsağı olan Constanze ile hizmetçisini, Constanze’nin nişanlısı Belmonto kaçırmaya çalışır. En sonunda da Selim Paşa Belmonto ve Constanza’nın birlikteliğine rıza gösterir. Saraydan Kız Kaçırma Mozart’ın büyük ses getiren operalarından biri olmuştur.

Aynı sene içinde tanıdığı Baron Gottfried van Swieten, Mozart’ı Johann Sebastian Bach ve G.F. Handel’in eserleriyle tanıştırır. Mozart’ın bu eserleri çalışması, müziğine Barok öğelerin de eklenmesini sağlamış, yeni bir müzik tarzı ve dili oluşturmasına vesile olmuştur. Barok dönemin çiğ melodilerini, Gotik dönemin özgür ve çoksesli melodileri ile harmanlayacak ve eserlerinin bu özelliği nedeni ile asırlar boyun­ca kültürler onu dinleyecek, eserleri kulaktan kulağa yankılanacaktır.

Klasiği haline gelmiş ve aslında kendisinin geliştirdiği piyano konçertolarını sahnede tek başına icra ettiği dakikalar boyunca insanlar büyüleniyor ve müzik kalitesinin vardığı do­rulardan birini canlı olarak dinlemenin mutluluğunu paylaşıyorlardı. Bu konçertolar Mozart’ın en güzel çaltşmalan olarak kabul görür. 17851en sonra ise, Mozart daha az sahneye çıkar ve sadece birkaç konçerto yazar. Maynard Solaman bunun Mozart’ın elindeki yaralardan dolayı olduğunu söylemektedir. Diğer bir söylentiye göre ise daha az sahneye çıkmasının nedeni halkın azalan ilgisidir.

Yirmi beş yaşına kadar rahat ve huzur gör­meden o kentten bu kente dolaşan Mozart, han köşelerinde barınmış, bazen yiyeceksiz kalmış, kar ve yağmur yağarken atlı yolcu arabalarında titreyip durmuştur. Bu meşakkatli yolculuklar zaten sağlıksız ve zayıf olan bünyesinin oldukça yıpranmasına neden olmuştur.

Mozart’ın hayret uyandırıcı bir başka yönü de birbiri andına geçirdiği tifo, çiçek ve mafsal romatizması gibi o zamana göre ölümcül dan hastalıkları atlatması, ama buna rağmen ürün vermeye devam etmesi ve keyfini hiç bozmamasıdır. Ablası Nanneri onun bu yolculuklarında “Ben ülkesini teftişe çıkan küçük bir kralım” diyerek kendince bir eğlence yarattığını, geçtikleri kasaba ve köylere bir takım uydurma adlar taktığını anlatır anılarını yazdığı kitapta.

Sanat tarihinin bu eşsiz insanı çocukluk nedir bilmemiştir. Ölünceye dek kendi çocuk ruhuna bağlanıp kalan Mozart; bu nedenle yaşamı boyunca iyi ve saf karakteri yanında çocuksu neşe ve espri anlayışını muhafaza etmeyi başarmanın yanı sıra hayatın küçük zevkle­rinden tat almayı bilmiş, ümitsizliğe hiçbir zaman düşmemiştir. İnsanlarla beraber ol­maktan ve onlarla neşeli konuşmalar yapmak­tan hoşlanan Mozart’ın; bilardo oynamak, Türk kahvesi içmek ve dans etmek gibi küçük şeylerden büyük keyif aldığı bilinmektedir.

Mozart 18’inci yüzyıldaki Avrupa’daki Aydınlanma Dönemi’nden de esinlenir ve 1784 yılında Mason olur. Locası spesifik olarak deist (Bir Tannnın olduğuna inanan ama dini düzeni reddeden) yerine katofckbr ve babası 1787’de ölmeden önce de babasını kendi inanışına çekmeye çalışır. “Die Zauberflöte” (Sihirli flüt), sondan ikinci opera­sı, da masonik alegoriler içermektedir

İsminin olmadığı bir mezara gömüldüğü için, genelde Mozart’ın parasız ve unutulmuş olarak öldüğü söylenir. Annesi, hakkında “Wolfgang ne zaman yeni bir şeyler kazanırsa, kendisini ve malını etrafına veriyordu.” demiştir. Oldukça masraflı yaşamı da, O’nu birçok kez kredi almaya yöneltmiştir. Birçok yalvarış mektupları hala günümüzde vardır, ama fakirliğine değin harcamalarına olduğu kadar fazla bir delil yoktur. Toplu bir mezarda değil, 1785 Avusturya kanunlarına göre halka ait bir mezara gömülmüştür.

St. Marx mezarlığındaki orijinal mezarı kay­bolsa da; anıtsal mezar taşları buraya ve Zentralfriedhofa yerleştirilmiştir. 2005’de Avusturya’nın Inssbruk Üniversitesi ve Rockville, Maryland’deki DNA laboratuarların­da; Avusturya Müzesi’ndeki Mozart’ın kafa­tasının O’na ait olup olmadığı araştırılmış, bu anneannesinin ve yeğeninin DNA’larıyla karşılaştırılmıştır. Test sonuçları yetersiz kalmıştır, ve DNA örneklerinin birbiriyle bir alakasını bulamamışlardır.

Mozart’ın müziği, klasik müziğin ilk örneklerin­dendir. Çalışmaları, o dönemin tarzını değiştirmiş ve barok tarzı ile de karışımını sağlamıştır. Mozart’ın kendine ait tarzı klasik müziğin tamamının gelişimine paraleldir. Çok yönlü bir bestekardır ve hemen her türde eser­leri vardır. Bunların arasında senfoni, opera, solo konçerto, oda orkestrası, yaylı kuartet ve yaylı kintet ( iki keman, viyola ve çellodan meydana gelen oluşum ), ve piyano sonatları da ( İtalya’da 17. yy da geliştirilen bir Batı müziği biçimi ) vardı. Bu türlerin hiçbiri yeni değildi, ama piyano konçertosu Mozart’ın tek başına geliştirdiği ve popüler ettiği bir türdü. Aynca önemli sayıda dini müzik de yayımladı; bunların arasında ayin müzikleri de vardı. Birçok dans müziği de bestelemiştir; divertimenti, serenadlar ve diğer hafif eğlence tür­leri…

Bir büyük müzik dehası işte böyle dünyaya gelmiş ve ardında unutulmaz notalar, muhteşem eserler bırakarak sessizce kültür­lere, insanlara, müziğe veda etmiştir. Notaları cep telefonlarımızda her daim zil sesi tonu olacak, davetlerimizde melodileri, kadeh ses­leriyle birlikte neşeli kahkahalara karışacak, dehası her asırda insanları kendine hayran bırakacaktır. Sadece 35 yıllık bir ömür yaşaması ve bu ömre 626 ölümsüz eser bırakması, kendisi belki de müzik dünyasının en büyük kazançlarından biri olsa da; kısa ömrü de müzik dünyasının ve dünya kül­türünün en büyük kaybıdır.

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu