Kim Kimdir ?Kültür-Sanat

Tevfik Kolaylı Bilinen Adıyla Neyzen Tevfik

Tevfik Kolaylı Bilinen Adıyla Neyzen

Bütün metrelerin ve santimlerin, Bütün kiloların ve gramların, Bütün rakıların Ürktüğü adam.

O’nu tanımlamak, O’nu bir kılıfa sokabilmenin en güzel yolarından biri, Özdernr’in Asafın bu kısacık dörtlüğü belki de. Ben ise onu tanımlayıp anlatma cüretini göstermekten çok, onun yaşadıklarını, onun hayatından kesitleri siz değerli okurlara aktarmaya çatışmakla yetineceğim.

Tevik Kolaylı… Nam-ı diğer Neyzen, Neyzen Tevfk. Türk edebiyatının, Türk tarihinin tartışmasız en renkli simalarından biri. İlk nefesini Bodrum’da alır Neyzen. Daha sonradan Can Yücel gibi bir üstada daha ev sahipliği yapacak bu küçük yerde geçer çocukluğu. Kültürlü, sevgisini belli etmekten çekinmeyen bir aileye sa­hiptir. Hatta ailesini şu şekilde tanımlamaya çalışır “Anamın ve babamın güzel yüzlerindeki riyasız, masum insanlık ifadesi…” Bir de daha sonralan Neyzen öldükten sonra onun eserlerine ve çalışmalarına büyük önem vermiş, onun bugün bile hala okunabilmesini sağlayan küçük bir erkek kardeşe sahiptir. Çocukluğunu geçirdiği, daha sonralan bedenini esr alacak sata müziğe tapmaya başladığı Bodrumda Neyzen hayatının en önemli anını şöyle arılatıyor

“Okula yeni başlamıştım. Bir akşam paydos olmuş, ben babamla beraber eve gitmek üzere yola koyulmuştum. Tam çarşı hizalarına geldiğimiz sırada uzaktan gelen davul, zuma sesleriyle durakladık. Ben daha o yaşta, musukinin tutkunu, çılgınca düşkünüydüm. Babamı elin­den çekerek çalgı seslerinin geldiği tarafa doğru adeta sürüklüyordum. Nihayet alayın ucu Köşkiçi Meydanı’nda göründü. Biraz daha yaklaşınca zuma ve lavtalann ahengine tempo tutan davul tokmaklan, sanki hep birden kafama inmeye başlamıştı. Yaklaşan kalabalığın ederinde on, an beşsınk; sınklann ucunda da kesik insan kafialan vardı. Gözlerim dehşetle yuvalarıdan fırlamış ve ben çığlığı basmıştım. Şaşıran babam, güya o feci manzarayı bana daha fazla göstermemek için, önünde durduğumuz demirci dükkânının içine dalıvermişti. Oysa olan olmuş ve çocuk ruhumda müthiş bir kasırga kopmuştu. Eve, din­meyen titremeler içinde getirildim ve birçok korku ilaçlarından geçirildim. Fakat yazık ki bilincimin bir burcu göçmüş, akıl tahtamın bir çivisi demirci dükkanında düşüp kaybolmuştu.”

 

Akıl tahtasının bir çivisini o demirci dükkanında düşülüp kaybeden Neyzen için hayat, artık tamamen farklı olacaktı. Nitekim 7 yaşında neyle tanışıp “o”na aşık olan Tevfik, takvimler 1893’ü gösterdiğinde ilk sara nöbetini geçirir. Bu dönemde okulu bırakması icap eder ve bizim onu tanıdığımız şekle gelmesine katkı sağlayan doktor tavsiyesiyle yüzleşin “Neyzen’in üzerine gilmemesi ve en çok hoşlandığı şeyleri yapmasına izin verilmesi.”

Artık “o” taptığı neyi üflemeye, gönlünce gezip  tozmaya başlayacaktı. Bundan sonrası ise o aşık olduğu ve aşık ettiği, doyasıya sevdiği neyin etrafında şekillenir. İşte o kendi anlatımıyla böyle : “Neyzen” olmuştun “Henüz yedi yaşındaydım. Bir yaz gecesi akşam yemeğinden sonra babamla beraber tepede kahvesi denilen ve Bodrum ayanınm toplantı yeri olan deniz kenarındaki kır kahvesine gitmiştik. O gece Ege Deniz’nin cavidani dekoru içinde benliğimi saran o lahuti sestir ki beni bugünkü derbeder, ne aradığını ne istediği binmez, bazen eflatun kadar akılı, çok kere de tımarhaneye iltica edecek kadar bedmest Neyzen Tevfik yaptı.”

Hayatının geri kalanını geçireceği İstanbul’a taşınan Neyzen, zamanını daha çok Galata ve Yenikapı mevlevihanelerinde geçirir. Tam bu sıralarda ileride çok seveceği ve hocası olarak göreceği Mehmet Akif ErsoyTa tanışır. Mehmet Niyazi’nin yazımından:

“Akifin dostu pek çoktu; belki Neyzen, bunların arasında pek ciddiye alınmazdı; ayyaştı, irade siyle herhangi bir iş yapamazdı. Milli şairimiz geçimini temin etmek zorunda kaldığı için Mısır’a gitmişti. Akifte dost olmak bir şerefti; pek çok zengin, hatırlı insan bu şerefin hazzını duyu yordu. Fakat birtek Neyzen gurbette yalnız bulu­nan o büyük insanın dostluğunun şerefiyle yetin­medi; pasaportunu çıkardı; vizesini aldı; Mısra gidip Akif i ziyaret etti. Sadece bu olay onun nasıl bir kumaş taşıdığını göstermeye yeter.

Akife neyi öğreten Neyzen, ondan Farsça ve Arapça öğrenmiş, hocalığını tatma şerefine ermiştir. Hatta Mehmet Akif, Neyzen’in “İçkiyi bırakacağım,” tövbesini tekrar bozduktan sonra Gölgelerdeki Derviş Ahmed manzumesini yazmış, altına da şu notu düşmüştür

“Tevfik Neyzen’in üç bin dört yüzüncü tövbesin den istifası münasebetiyle…”

Nihilzim’in belki de en zararsız, en dikkat çekici ve de en güzel halerinin vücut bulmuş hali Neyzen. O, yolda ayakkabı boyacısı bir çocuk görüp yüzünü kapkara boyattığını düşünmenizi, ha­yalden gerçeğe taşıyan adam. Kendisinin beş parasız  olduğunu bilen;ama hazır cevaplılığından çekinip  cebinden para düşüren, “Paran düştü Neyzen,” diyen birine, “O düşen benim param değil, zaten bende para ne gezer. O düşen senin altın kalbindir…” diyebilecek kadar da değerlerle bürünmüştür Neyzen.Zaten onun hayatını anlatırken biyografi kalıplarından çıkmamak; şu aman bunu, o aman şunu yapıp, bu zaman öldü diye onu iki satırla kaskatı anlatmak büyük bir acımasızlık olurdu. Bunu da bildiğim için, gerek Neyzenin ağzından gerek yaşadığı ya da yaşadığı rivayet edilen ef­sanevi olaylarla devam etmek bu büyük üstadın şerefine bir duble rakı kaldırmak kadar anlamlı olacaktır.

 

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu