İnsan ve Yaşam

Merleau-Ponty’de Ruh ve Bedenin Anlamı 3

Merleau-Ponty’de Ruh ve Bedenin Anlamı 3

Taylor Carman bu belirlemeyi destekleyerek filozofun Husserl’den aynldığı noktalardan biri olarak bu­nu gösterir.

Husserl’in aşkınsal indirgeme ya da paranteze alma yöntemi verileni  yansıtan aşkın dünyadan içkin ya­ni saydam bilinç içeriklerine doğ­ru dikkati yöneltmedir, dış dünya­dan iç bilinç alanına bir geçiş vardır. Eidetik indirgemedeyse ruhbilimselden zamandışı kavramsala yani olgulardan özlere geçiş vardır. Mer­leau Ponty Husserl’in bu indirgemeci yöntemlerini saygıyla ansa da onları pek olanaklı görmez. Çünkü Merleau-Ponty için algı zihinsel su­num değil, bedenin olan yaşam ko­şullarına yönelmesi ve bunlarla ilişki kurmasıdır. Husserl’de dikel anlam­la benzerliği kurularak zihinsel içe­rik, düşünce ve yargıyla ilgili olduğu kadar algı, bellek ve imgelemle ilgi­lidir.  Bu bağlamda Taylor Car- man Merleau-Ponty kitabında Hus­serl ve Frege arasındaki benzerliği şöyle verir: “Husserl’in bilinç içe­rikleri ve bilinç nesneleri arasındaki ayrımı Frege’nin dilbilimsel anlam (Sinn) ve gönderen (Bedetung) ayrımına koşuttur. Frege’nin örneğini kullanırsak ‘Sabah Yıldızı’ ve ‘Akşam Yıldızı’ ayrı anlamlara sahiptir, çün­kü ayn tamtlayıcı içerikler içerirler ve başka terimlere göre ayn çıkarsamalı bağıntı içinde dururlar, ama onlar bir ve aynı gönderene sahip­tir, yani Venüs gezegenine. Benzer biçimde Husserl için bahçedeki bir elma ağacımn algısı onun algısal an­lam (Wahmehumungsinn) dediği­dir, yani yalnız benim gözümle gör­düğümü değil, hem de tüketilemez biçimde deneyimimi zenginleştiren geniş varsayımlar, anılar, çagınşım- lar ve sezinlemeler de içeren algısal deneyimimin içeriğidir.”  Husserl’de her deneyimin an­lamı ufku, tamtlayıcı içeriğiyle ö- bûr deneyiminkinden ayndır. Noesis içerikle ilgili zihinsel edimi gösterirken, noema içeriği gösterir. İlki düşünme edimi İkincisi belli bir nitelikteki düşüncedir. Dilbilimsel olarak terimin karşılığı noesis, an­lam noema’dır, yani noema, terimin anlamının göndereninden ayn ol­ması gibi farkında olunan nesneden ayndır.  Noema her edim alanıy­la bağlantısı içinde anlamın fikrinin genelleşmesidir. Merleau-Ponty bu noktada Wahl’un Husserl’le ilgili yaptığı varoluşu özden ayırdı eleştiri­sine aynlan özlerin yalnız dille ilgili olduğu yanıtını verir.

BEDENİN ANLAMI

Yönetimsellik olarak beden

Yeniden Merleau Ponty’deki yönelimsellige dönersek bu yönelimselliğin tarihsel bir yanı vardır. Ancak bu tarihsel yan nesnel yö­nelimle keşfedilebilir bir şey değil­dir. Merleau-Ponty bu konuda şöyle söyler: “Yönelimselliğin bu genişle­miş kavramıyla olgubilimsel kavra­yış ‘doğrular ve değişmez doğalarla sınırlanan ve böylece olgubilimin kökenlerin olgubilimi olabildiği kla­sik ‘anlıksallık’tan ayndır.

Algılanan bir şeyin, ta­rihsel olayın ya da bir öğretinin bizi ilgi­lendirip ilgilendir­mediğini ‘anlamak’ toplam yönelimi yeniden yakala­maktır. Yalnız­ca sunum adı­na olanlar, yani algılanan şeyle­rin ‘özellikler’i, ‘ta­rihsel olgular’ yığı­nı, öğretiyle ortaya konan ‘fikirler’ değil, aynı zamanda çakılın özelliklerinde açık­lanan tek va­rolma bi­çimi, bir devrimin bütün ol­gularında, bir filozofun bütün dü­şüncelerindeki cam ya da balmu­mu parçası da vardır.” Böylece Merleau-Ponty tarihi birçok açıdan anlamamız gerektiği fikrindedir, ya­ni tarihe değişik alanların içinden bir alanı yalıtarak tek bir açıdan ba­kamayız. Örneğin tek başına siyaset, tek başına din, tek başma iktisat açı­sından bakamayız.

Merleau-Ponty’de bu yönelimselliğimizi bedenimizle gerçekleştiri­riz. Tarih nasıl birbirinden yalıtılan düşünce alanlarından kavranamazsa, bedene anlamını veren de onun bütünsel olmasıdır. İnsan bedeniy­le tarihseldir. Merleau-Ponty ko­nuyu şöyle açıklar: “Marx’m dediği gibi tarihin baş üzerinde yürüme­diği doğrudur, ama ayaklarıyla da düşünmediği doğrudur. Ya da daha
çok bizi bu konuda uğraştıran ne ta­rihin ‘başı’dır ne ‘ayağı’dır ama be­denidir.”  Yani tarih ne yalnız maddi etkinlikler üzerine kurulu­yor, ne de yalnız zihinsel etkinlikler üzerine kuruluyor. Burada Merleau- Ponty Hegel’i ve Manc’ı eleştirir gibi­dir. Böylece tarihi maddi ve manevi etkinlikleri kapsayacak biçimde be­denle ilişkilendirir. Merleau-Ponty’e göre felsefe dünyayı yeniden görme­mizi bize öğretirken, tarih de benzer bir derinlik içinde dünyayı anlam- landırabilecektir.

Merleau-Ponty’nin bakış açısıy- la insanın tarihsel bir varlık olarak dünyada yer al- dığı sonucu çıkabilir. Filozofa göre “Dün­yada yer alıyoruz ve dünyanın bilin­cine ulaşmak için ondan kendimizi ayırmayı başara­mıyoruz. Biz bu­nu yapsak niteli­ğin hiçbir zaman  doğrudan dene- yimlenmeyecegini ve her bilincin bir şeyin  bilinci olduğunu görü­müz.”  Yani tek tek  nitelikleri nesnelerle  ilişkileri için­de kavra­yabiliriz. Kendimizi bu olyadan koparsak bu ilişkileri gö­remeyecektik. Yani iç-dış bağı koptuğunda algı ortadan kalkacak­tır. Merleau-Ponty’nin burada al­gıdan kastettiği bedensel algıdır. Merleau-Ponty şöyle der: “Bedeni­mizin olmayanı gördürtme gücü yoktur; yalnızca onu gördüğünüze inandırabilir.”

Yaşamda bedenimizle yer alıyo­ruz, bedenimizle deneyimde bulu­nuyoruz. Bilincimiz nesneyi tanı­maya başladıkça varolmaya başlıyor. Hatta iç deneyimin ürünlerini de dış deneyimimizden alıyoruz. Buna gö­re bilinçten yoksun yaşam olamaz, böyle bir şey ancak kaos olabilir. Bu bakışıyla da Merleau-Ponty Husserl’in içten bakan yanına kar­şıt olarak daha dıştan bakar. Çün­kü Taylor Carman’m belirlediği gibi Husserl’de bilinç hiçbir şeyin girip çıkamayacağı anlıkta alınır. Merleau-Ponty’de dünyaya yerleşmiş beden vardır. Bu bağlamda Merleau- Ponty’nin düşüncesinde bilinçle dünya arasındaki aracılığı beden sağ­lar. O şöyle der: “Bilinç bedenin aracığıyla şeye nesneye yönelik varlıktır. Be­den onu anladığında yani ‘dünya’yla onu ortaklaştırdığında devinim öğ­renilir, bedenini devindirmek o- nunla şeyleri hedeflemektir.” Burada bilincin nesneye doğru de­vinebilmesi için hem bedenin karşı­sında nesnenin olması gerekir hem de bu bağı kuracak olan bedenimizin kendinde’nin alanına ait olmaması gerekir.  Elbette dışımızdaki in­sana göre bedenimiz nesnedir, ancak dışa kendinde’nin alanının dışında yönelgenliğiyle öznedir.

Nesne karşısında yönelgenliği- mizle bağlantılı bir dikkat edimini gerçekleştirmemiz önemlidir. Yani hem ne aradığını bilmek hem de aradığımızla ilgili bilgimiz olması ge­rekir. Bu bağlamda Merleau-Ponty hem deneycileri hem de anlıkçıla eleştirir: “Deneycilik aradığımızı bilmemiz gerektiğini göremez, öbür türlü aramayacaktık ve anlıkçılık aradığımızın cahili olmamız gerekti­ğini, öte yandan yeniyi aradığımızı görmez.”  Bu noktada dikkatin önemli bir işlevi vardır. Keşfeden hangi organsa onun devinimleri i- çin ve düşüncenin değerlendirme­leri için dikkat kendi adına alan yaratır. Aynı zamanda bilincin geçmiş kazanımlannı yitirmediği ve onlar üzerine oluşturduğu dönüşümler­de kendini yitirmediği durumlarda alan yaratır. Yaşama bu biçim­de yönelirken yargı algıyı aşar bi­çimde oluşacaktır. Filozofun örne­ğiyle pencereden bakarken şapka ve paltosunun altında saklı gördüğüm adamla ilgili retinama bir imge itilmeyecektir, ancak onunla ilgili yar­gıda bulunabileceğim.  Filozofa göre “Algı duyarlılığın bedensel it­kiye uygun biçimde sağladığı işaret­lerin bir ‘yorum’u olur… ” Yani algı bir varsayımsallık taşır. Bu ko­nuyu Merleau-Ponty, Lagneau’nün Celebres Leçons adlı kitabındaki açıklamalannı dipnotunda anlaşılır kılar. Orada Lagneau aslında imgele­ri ikili görmemize rağmen algıyı kul­lanmamızda tek bir nesneyle ilgili uzaklık ya da rahatlıktan gelen bilgi kazanımı dışında ikili imgelere dik­kat etmediğimizi yansıtır.  Bu bağlamda algının bedensel işlevinde dikkate dayalı duyarlılığımızın da payı vardır. Burada algıyı aşan du­rumdaysa insan mantıksal çıkarım­ları kullanarak yargıda bulunur.

Merleau-Ponty’de bedenle dünya­ya yönelmek deneycilerin kaba du­yumculuğundan ya da maddecilerin bedeni kaba fizyolojiye indirgeme­sinden ayndır. Dünya karşısında be­denimiz bakışaçısı oluşturacaktır. Carman’ın “Beden ve Dünya” maka­lesinde belirttiği gibi algının özünde bedensel olduğunu söyle­mek bedeni somut cisim- sel koşullardan soyutla­yarak anlamamaktır. Biz bilimde olduğu gibi üçün­cü görüş noktasından be­deni değerlendirenleyiz. Çünkü olgusal alan bede­nin duyumsal-devinimsel (sensorimoteur) yapısı ve yatkınlığı üzerine kuru­lur.  Ancak olgusal alanın bu bağlamda ol­ması Merleau-Ponty’nin deyimiyle retinam ve göz merceğim görmeye ne­den oluyor demek değil­dir. Filozofun asıl söyle­mek istediği nesneye belli bir yaklaşım tarzıyla açık­lama yapmamdır. örneğin herhangi bir yerden görülen h ev benim için görünmezdir. Ona m re “Kendi bakışaçısma kapatmada görmenin bir yerlerde nasıl olnştll gunu anlamamız gerekir.”  önemli olan insanın kendini nej. neye bırakmasıdır. Merleau nesneyle ilişkimiz içinde nesneyi na. sil daha iyi tanıyacağımızı şu örnek, le verir: “Ben değnek ve koniyi birleştirebilen  bir nesneyi daha iyi görmek için çevredekileri askıya almanın ve şeklin edindiği zemini yitirmenin zorunlu olduğunu anlayabilirim çünkü nesneye bakmak ona kendi­ni koymaktır ve öbür nesneler ken­dini gizlemeden bir nesnenin kendi­ni gösteremeyeceği yerde nesnelerin oluşturduğu dizgedir.” Böylece Merleau-Ponty kendi anlayışında bir nesnenin zemindeki öbür nesneleri askıya alarak belirlendiğini ve nes­neye kendimizi bırakarak o nesne­nin bize kendini açacağını dile ge­tirmiş olur. Filozof konuyu açarken yalnızca bedenin nesneye yönelme­si üzerinde durmaz, nesnenin de be­dene kendisini açması gereklidir. 0 konuyu şöyle açar: “Nesne-ufuk ya­pısı yani bakışaçısı nesneyi görmek istediğimde böylece beni engelle­mez: saklanan nesnelerin aracı ol­duğu kadar kendini gösteren nes­nelerin de aracıdır. Görmek kendini gösteren varlıkların alanına girmek­tir ve öbürlerinin ve benim arkamda gizlemelerdi kendilerini göstereme­yeceklerdi.”  İnsan çevreyle bağ­lantısı içinde yönelimsellik taşıyor, bu bağlamda algılanan özne olduğu­muz kadar algılayan da bir özneyiz.  Bu bakışaçısıyla Merleau-Ponty özne-beden kavrayışına ulaşıyor.

 

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu