O LLevaras Luto Por Mi (Yasımı Tutacaksın)
O LLevaras Luto Por Mi (Yasımı Tutacaksın)
Efendim, her şey Boğaziçi Üniversitesi’ndeki sevgili hocam Galip Tekin’e Erasmus Programı ile İspanya’ya gideceğimi söylememle başladı. Galip Tekin Hoca İspanya lafını duyunca hemen orada El Cordobes isimli dünyaca ünlü bir matadorun olduğundan ve bu matadorun hayat hikayesini anlatan ‘O LLevaras luto por mi (Yasımı Tutacaksın)’ isimli harika bir roman bulunduğundan bahsetti. Gitmeden o kitabı okursam iyi olurmuş, hem kitap yalnızca bu matadorun hikayesini anlatmıyor, İspanyol İç Savaşı’ndan da bahsediyormuş. Ben ne boğa güreşi bilirim ne de iç savaş. Ama yine de heveslendim tabii, hemen gittim Beyoğlu’ndaki bir sahaftan bu kitabı edindim. Kitabı okumaya başladım ve aman yarabbi ne kadar da güzel bir kitap! Yani insanın kitabın ne kadar güzel olduğunu tarif etmeye dili varmıyor; istiyor ki herkes bu kitabı okumuş olsun, yurdun dört bir yanında El Cordobes’in hayatı üzerine hararetli münazaralar yapılsın, ilkokullardan liselere bütün eğitim yuvalarında bu adamın hayatını konu alan mü- samere gösterileri düzenlensin. Zamanında (1960’lı yıllarda) Türkiye’de de tanınan bir adammış zaten bu El Cordobes. Bunu da sonradan araştırınca fark ettim. Bazı büyüklerimiz ismini ‘sanki’ duyduklanna eminler, Salim Dündar zamanında El Cordobes isimli komik bir şarkı yazmış (Şarkının videosu Youtube’a ‘Salim Dündar El Cordobes’ yazılarak izlenebilir), Turist Ömer Boğa Güreşçisi filminde de çoksık geçiyor kendisinin ismi. Neyse, burada El Cordobes’in hayatı veya kitap hakkında aynntılı bilgi vermek istemiyorum; zaten yazı içinde ara ara bahsedeceğim, ancak yeni bir dünya keşfetmek isteyen herkese Milli Eğitim Bakanlığı’nın seçtiği 100 Temel Eser arasında olmayan bu edebi şahesen okumalarını öneririm. Velhasıl kelam, ben bu kitabı okuduktan sonra İspanya’ya gidip bu adamı bulmayı kafaya koydum. Zaten, Galip Tekin Hoca ile de ders çıkışlannda eve doğru yürürken hep El Cordobés’in hayatını konuşur olmuştuk.
Neticede, ben Erasmus öğrencisi olarak ispanya’ya gittim, okulum itibariyle Barselona’da bulunuyordum ve El Cordobes’i nerede bulabileceğim konusunda hiçbir fikrim yoktu. Hemen Barselona çevresinde ufak bir soruşturma yaptım, bir yandan bu kitabın İspanyolcasını arıyordum. Kitabı bulmak imkansız gibiydi. Birçok sahafa gittim, internetten araştırdım ama herkesten olumsuz yanıt aldım. El Cordobes de 1936 doğumlu olduğundan, benim İspanyol akranlarım kendisinden bihaberdi. Bilenler ise, olsa olsa Madrid’te yaşıyordur, çünkü bütün ünlüler orada yaşar gibi desteksiz iddialarla cevap veriyorlardı. Kendilerine El Corbobes’in sıradan bir ünlü olmadığını onun El Cordobes olduğunu söylemem kar etmedi ve “Madrid’tedir Madrid, Madrid” diye cevap vermeye devam ettiler. Sonunda ben dur bi’ Madrid’e gidip bakayım dedim. Lakin Madrid biraz büyük bir yenmiş, orada biraz kayboldum. Siyahi göçmenlere kibarca ikram ettikleri bitkisel ürünler için teşekkür ede ede, Madrid’in ünlü boğa güreşi arenası Las Ventas’a ulaşmayı başardım. Şimdi yanlışım olmasın, lutbolda çok önemli maçların oynandığı uluslararası bir futbol mabedi var mı bilmiyorum ama burası boğa güreşinin orası. Öyle ki, burada güreşmemiş hiçbir matador profesyonel kabul edilmiyor. El Cordobes’in burada 1964 yılının 20 Mayıs’inda, Impulsivo isimli boğa ile yaptığı profesyonellik müsabakası da boğa güreşi tarihinde bir dönüm noktasıdır ve kitapta da genişçe anlatılır. Ben bu tesiste çalışan görevlilere tek tek El Cordobes’in buralarda olup olmadığını sordum, ancak bunlar benimle yarım saat kadar boşboğazlık edip sonunda onun nerede olduğunu bilmediklerini söylediler. Bu Ispanyollar böyle zaten, çok uzun konuşuyorlar ama hiçbir şey söylemiyorlar. Biz olsak, hemen “ Aa El Cordobes mi? Abi hemen şuradan sağa dön, düz git az sağda’’ deyip yanlış yönlendiriveririz. Sonuçta ben kös kös Barselona’ya döndüm. Moralim bozulmuş, ve umudumu kaybetmeye başlamıştım, ancak o sırada çok hoş bir şey oldu. Katalunya bölgesinde her 23 Nisan San Jorge Günü kütlanıyormuş. Bu günde, erkekler kızlara kırmızı bir gül alırken kızlar da oğlanlara kitap hediye ederlermiş. Ve gelin görün ki, bir İspanyol hatunu artık nereden bulmuşsa bana bu kitabın ispanyolcasını hediye etti. Hem de 1968 yılı, ilk baskısı! Ben de artık nasıl mutlu olduysam hemen gidip kıza gül ağacı aldım. Kitabın İspanyolcasını okuyunca artık güncel hayatla arama 65 yıl kada bir mesafe koymuştum.
Attık, İç Savaş sonlasının takı İspanyasında sırtıma bohçamı alıp, “Ben boğa güreşçisi olacağım diyen basit bir Maletilla idim. Bunlar fakirlikten ve açtıktan köylerini terk ederek boğa güreşçisi olup,zengn olmak umuduyla sırtlarında bohçalarıyla yürüyerek Madrite uaşmaya çalışan 12-17 yaşlan arası çocuklardı. Kimse bu çelimsiz gençlere güner şansı vermek istemez. Bunlar da geceleri gizlice boğa güreşi çiftliklerine girip dolunay ışığı altında boğalarla güreşçi tecrübe kazanmaya çalıştılar. Bir çoğu gerek açlığın verdiği yorgunluktan gerekse tecrübesızikten bu yolda baştan kaybederler Tahmin edebileceğiniz üzere El Cordobes de bir zamanlar azılı bir Maletilla idi.
Neyse, ben böyle birini gözüme kestirdim ve hemen anlattım mevzuyu. Adam çok memnun oldu, benim ‘ben bu gösteriyi izlemek için ta Türkiye’den geldim’ yalanımla da iyice mest oldu ve ‘Boğa güreşi evrensel bir sanat, evrenseel’ diye çığlık çığlığa bağırmaya başladı. Şanslıymışım, adamın bir arkadaşı El Coidobés’in oğlunun boğa güreşi ekibindeymiş. Hemen aradı o arkadaşını, adam geldi ve bana El Cordobés’in yann sabah saat 9’da gideceği pastanenin ismini söyledi. Oraya gidip bekleyecekmişim. El Cordobes zaten sabah orada kahvaltı yapmaya gidecekmiş, orada onu bulabilirmişim.
Ben de el mahkum adama güvendim ve ertesi gün erkenden oraya gittim. Doğru yere geldiğimi anlamıştım, çünkü bu duyumu benden önce alan bazı çingeneler belki bir kaç kuruş koparırım diye pastanenin etrafında fink atıyorlardı. 1960’lı yıllarda yalnızca iki saatlik bir boğa güreşi gösterisinden şimdiki para ile 600 000 TL civarında bir para kazanan bir adamdan bahsediyoruz. Gelmiş geçmiş en zengin İspanyollardan biri bu adam. Birkaç dakika sonra, El Cordobes’e çok benzeyen bir adam hızlı adımlarla pastaneye girdi, bir kaç şey aldı, çıktı ve gitti. Ben dedim, hay Allah, bu adamcağız mıydı acaba? Hemen gittim, garson kıza sordum, dedim “Bu El Cordobes miydi yoksa?”. ‘Yok.” dedi, “Rahat ol, o gelince anlarsın zaten”.
Ben tekrar yerime oturdum, aradan bir 10 dakika falan geçti, bir ışık parladı uzaktan. Bakmaya çalışıyorum ama ışık çok kuvvetli, yani insanın gözünü alıyor. Çingeneler arasında “El Cordobes, El Cordobes” diye fısıldaşmalar başladı. “A ha!” dedim ben de bu gelen ışık üzmesi o her halde Işık üzmesi yaklaştı ve görüntü netleşti. Vallahi de El Cordobes buydu 79 yaşında olmasına rağmen hala sportif, bütün vücudu boynuz darbeleri ile delik deşik olmuş, o meşhur kocaman kahkahasını atıp, çingenelere para dağıta dağıta pastaneye giriyor. Ben tam yahu bu adamın yanına nasıl yaklaşacağım diye düşünüyorken, garson kız, bu çocuk da sizi bekliyor deyiverdi.
Ben hemen fırladım yanına, dedim ben para için değil sizin için geldiydim. Türkiye’den geldiğimi duyunca bastı kahkahayı ve masasına davet etti. Bir işaret le hemen masayı donattılar. Ben adamın hayatına fevkalade hakim olduğumdan, sorduğum sorular, açtığım muhabbetler çok hoşuna gitti, çünkü yanındakilerin bir, çoğu bile bu kadar ayrıntıyı bilmiyordu. Yalnız bir ara bir eşeklik yaptım: Çıkardım kitabı, “Abi,” dedim “burada senin hakkında şöyle bir bilgi var, doğru mudur?” diye sordum. Adam bir kitaba baktı bir bana. O an hemen yediğim haltı anladım. Dünyanın en zengin insanlarından El Cordobés hala okuma-yazma bilmiyor! Bu arada El Cordobes acayip çapkın bir adam, garson kızları popolarına şaplak atmalar mı dersin, öpücük almak için türlü türlü oyunlar mı dersin, her yol var. Çok da neşeli bir adam bir de ki bunu boğa güreşi tarihinde hiçbir matadorda göremezsiniz. Matadorlar eğer güreşirken ölmezlerse yaptıkları işin stresi altında ezilirler, içlerine kapanırlar ve genellikle çoğu alkol bağımlısı olup genç yaşta hayatlannı kaybederler. El Cordobes ise ne sigara içiyor ne alkol alıyor. Her sabah spora gidiyor, şpagat yapabiliyor ve anlaşılan hala sevişiyor. Ne büyük bir adam! Neyse, herhalde beni sevmiş olsa gerek, “Gel seni çiftliğime gezmeye götüreyim.” dedi. Hemen kabul ettim ve kahvaltıyı bitirip dışan çıktık. “Abi…” dedim “Sizin çiftlik tam olarak nerede kalıyor?”. Kabataş’tan karşıya baktığınızı düşünün. Elinizle Beylerbeyi’nden (1. Köprünün Anadolu ayağı) Kadıköy’e kadar bir çizgi çizin, işte bana yaklaşık öyle büyüklükte bir alana denk gelecek çizgi çizdi ve “Buralar hep benim.” dedi. Adam Kordoba’nın bütün çevresini almış! Biraz yürümüştük ki “bana dur.” dedi. “Buradan bir araba alacağız.” Bir garajın kapısını açtı ve tövbeler olsun. Bu konunun ayrıntılarına girmek istemiyorum ancak bana “Hangi arabaya binelim?” diye sorduğundan, tabi ki Ferrarilerden birini değil, çiftliğe gitmek için daha uygun araçlardan bir Mercedes Jeep’i seçtim, yola düştük.
Bu El Cordobés araba kutlanmayı da pek bilmiyormuş. Zaman zaman muhabbete kendini kaptınp direksiyonu bırakıp bana dönüyor ve karşı şeride geçiyoruz. Allahtan, herhalde onu tanıdıklarından olsa gerek, karşı şeritteki araçlar hemen kenara çekiyor ve bizim ters şeritten bir süre gitmemize izin veriyorlar. Sonra El Cordobes hiçbir şey olmamış gibi direksiyona geri dönüyor ve biz de şeridimize geçiyoruz. Her kırmızı ışıkta durduğumuzda ise 1-2 dilenci yanımıza geliyor ve El Cordobes onlara günlük harçlıklannı dağıtıyor. Hepsi ona ‘Baba! Baba!’ diye sesleniyorlar. Böyle bir yolculuktan sonra çiftliğe vardık. El Cordobes burada bana çeşit çeşit boğalar gösterdi, buranın doğasını çok sevdiğinden, bu yüzden hiçbir zaman memleketini bırakıp Madrid’e gitmeyi planlamadığından bahsetti.
Sonra bana boğa güneşi dersi vermeyi teklif etti; “Hay Hay!” dedim. Gençliğinde, güreşecek boğa bulamadıktan dönemde, arkadaşlanyla sık sık yaptıktan gibi boğa güreşçiliği oynamaya başladık. El Cordobes iki elinin işaret parmaklarını kafasının yanlarından çıkararak boğa oldu, ben de elimdeki hayali kırmızı bezi sallayarak onu kışkırtmaya başladım. Bir iki başarılı geçiş yaptım ancak tam El Cordobés’in meşhur hareketlerinden birini denerken boğa beni bacağımdan kaptığı gibi savurdu, ben de El Cordobes’ten aldığım boynuz darbeleri sonucu kendimi yerde buldum.
Herhalde kafamın da yere çarpmasından duyduğum acı sonucu boğa güreşçiliğinin pek bana göre olmadığını anladım. O ise yanımda dikilmiş, gene o meşhur kahkahasıyla gülüyordu. Güneş tam tepedeydi ve Endülüs’le birlikte beni de yakıyordu. O an kafama dank etti: “Ulan bir ITÜ Makinalı’nın burada ne işi vardı?”
Hayvanseverlere bir not Boğa güreşinin kökeni askeri eğitim uygulamalarına dayanır. Bunun bir gösteriye dönüşmesi ise kendilerini pek matah bir varlık sayan İspanyolların ölümü küçümseme merakının bir ürünüdür. Geleneksel boğa güreşinde ayağına pembe taytı geçiren kibar matadorlar, sanki karşılarında bir darbede kendilerini yamultacak 600 kiloluk bir canavar yokmuş gibi, fiti fiti hareketlerle, estetik bir gösteri sergilemeyi amaç edinirler. Burada hayvan küçümsenmez ama insan göklere çıkarılır. ‘Ölüm de ne ki, biz kutlu İspanyolları korkutacakmış’ mesajı verilir. Lâkin El Cordobes’te durum böyle değildir. El Cordobes tam anlamıyla mahalle çocuğudur. Boğa güreşinin kurallarını tanımaz, estetik hareketler yapmaz, kibarlığın zerresini taşımaz. Boğanın üzerine atlar, karşısında yere yatar, boğaya kafa atar! Boğayı kızdırmak için saplanan uzun çubukları bir kurşun kalem uzunluğuna inecek şekilde kırarak kullanır ve boğa ile resmen güreş tutar. Dolayısıyla onun yarattığı bu ekol, tutucu bir çok boğa güreşçisini küplere bindirmiş, hakkında boğa güreşinin şerefini ayaklar altına aldığı yönünde eleştiriler yayınlanmıştır. İşte benim de boğa güreşini sevmemdeki ana sebep onun yarattığı bu ekoldür. Bu ekol insanın lüzumsuzca göklere çıkarıldığı geleneksel boğa güreşinin antroposentrik yanının aksine, eğer zorunda bırakılırsa bir insanın nasıl en vahşi boğadan bile daha vahşi bir hayvan çıkagelebileceğim göstermesi bakımından kanımca eşsiz bir ders malzemesidir
Halil Habip Atıcı