Doris Lessing:Altın Defter
Doris Lessing:Altın Defter
Her yıl Nobel ödülleri pek çok tartışma yaratarak da olsa sahiplerini buluyor. Kitapla dolu bir ay geçirmemiz nedeni ile Nobel ödülünü alarak bu konuda en iyi sıfatını alan Doris Lessing in en çok okunan, en çok çevrilmiş ve bir köşe taşı olarak kabul edilen Altın Defter adlı eserini sizlere tanıtmak istedim.
Sanırım kitabı anlayabilmemiz için, kitabı anlatmadan önce, Doris Lessing’ten bahsetmekte yarar var; çünkü, ancak onun geçmişini incelediğinizde kitapları kuru birer roman olmaktan çıkıp, dopdolu bir hayatın yansımalarına dönüşüyor Doris Lessing doğumundan itibaren pek az kişiye rast gelebilecek kültürel bir zenginliğin içine doğuyor. Bir İngiliz otan, ancak İran’da doğar yazarımız, çocukluğunu Zimbabwe de geçiriyor. Bu kültür çorbası eserlerine öyle tur yansıyorki eserlerin de konunun akışı içinde coğrafyanın ne ara değiştiğini anlamak zorlu bir takibe dönüşüyor. 14 yaşında iken okuduğu Katolik okulunu bırakan bir asi, 18 yaşında parlamentoya giren bir komünist 30 yaşında kocasını ve çocuklarını terk edip Londra’ya dönen ve feminizm düşüncesinin sırtını en çok dayadığı hırslı kalem.. 1919’da doğan ve hala yaşamına devam eden yani uzun yaşamına pek çok sıfat sokan bir insan Doris Lessing.
Başkaldırmayı öylesine hayat felsefesi olarak algılamış ki yazarımız aslında Nobel komitesisiyle bile kavgalı Ne olduda ödül verme yetkilerini siyasi bir silah olarak kullanmakta bu kadar usta olan Nobel komitesi, kendilerini bu kadar aşağılık gören ve ödülü aldığında da flush royal yaptım diyebilecek kadar işi oyuna dönüştürmüş bir yazara, bu kadar kritik zamanlarda bu ödülü ‘hibe’ etti henüz ardında ki gerçeği görmüş değdim
Tüm hepsini bir kenara bırakıp ‘Altın Defter e döndüğümüzde 1950 “lerin İngiltere’sinde, bir insan olarak hayatını ve düşüncelerini sorgulayan, bir kadın olarak ilişkilerini oturtmaya çalışan ve yazar olarak tıkanmışlığının nedenini anlayıp bunun üstesinden gelmeye çalışan kahramanımız! Anna Wulf ‘un karmaşık yaşamının içine düşüyoruz. Bence Anna yazarımızın derin bir yansıması kahramanımız kendi hayatını temellendirdiği düşünceleri sorgularken aslında Lessing kendi hayatının temellerinden duyduğu şüpheyi kitaba gizli kapaklı da olsa aktardığını anlıyorsunuz ‘Altın Defter aslında ’bölünmüşlüğün’ kitabı. Hayatını bir türlü toparlanmayan Anna, olayları 4 ana başlığa ayırmaya ve bunları siyah, mavi, kırmızı, sarı olmak üzere dört ayrı deftere yazmay karar veriyor, en sonunda ise hepsini altın defterinde harmanlıyor
Aslıda kitabı neredan anlatmaya başlarsanız başlayın, diğer taraftarı elinizde kalıyor; çünkü bu kitaba ne kılıf dikerseniz onun içine giriyor. Hem siyaset hem kadın-erkek ilişkileri hem iç çatışmalar tüm bunlar kitapta kendisine kolayca rol buluyor. Doris Lessing kitabın İskeletini bir yazardan çok ne yaptığının farkındalığı görünmeyen bir mühendis gibi kurmuş
Dört ayn bölüm, her birinin altında kapaklarını tekrar okuyucuya açan dört ayn defter nihayetinde sabrınız tükendiğinde bir anahtar görevi görecek olan altın defter… Nitekim sonuçta kitap öyle bir hale gelmiş ki, yazar elinde bir makasla bütün bir kumaşa dalmış, bunu lime lime etmiş, sonra parçalan yeniden bir araya koymaya çalışmış gibi duruyor. Bahsettiğimiz gibi kumaşı hangi ucundan tutarsanız geri kalan kısmı dökülüyor. Bütünü algılamak çok zorlaşıyor. Ancak… Dediğim gibi ne yaptığının farkında görünmeyen bir mühendis, aslında farkında olmayan değil; çünkü, Lessing bölünmüşlüğün zihnen, bedenen ve ruhen parçalanmışlığın en iyi anlatımını, eserini dolayısıyla sizi parça parça ederek, bu işi nereye götürdüğünün had safhada farkında olarak yapıyor.
‘Attın Defter ‘i okurken kendinizle bir savaş veriyorsunuz. Lessing’in dili öylesine keskin öylesine acımasız ki, sizin okurken yaptığınız sorgulamanın çok daha üstünü yazarın eserini meydana getirirken yapmış olduğunu düşünmek yazara karşı bir acıma, derin bir hüzün duymanıza neden oluyor. Yazar herkesin kendi kendine düşündüğü ya da sadece en yakını ile paylaştığı düşünceleri bir sır sandığını açar gibi açıyor ve gözler önüne seriyor. Siz daha ne olduğunu anlayamadan tüm insaniann özel sandığı durumlann, duyguların, aslında her insan için aynı sıradanlıkta ve standarttaki evreler olduğunu o gözünüzün içine sokuyor.
Sonuç olarak, Doris Lessing isteyerek ya da istemeyerek hayatı boyunca pek çok akımın adı altında anılsa da aslında hepimizi anlatıyor. Bahsettiğimiz gibi, 50’lerin İngiltere’sinde geçmesine rağmen kitabın etkisini böyiesine koruması, zamanın ve coğrafyanın insanlığın iç sorunlarına ilaç olamayacağının ve çatışmalann sürekli yaşanacağının bir göstergesi. Kitabın son sayfasını okuyup kapağını kapadığınızda karşınızda ne olmak istemediğini bilen ama ne olmak istediğini bilmeyen insanları kitabı duruyor.