İcatlar&BuluşlarTeknoloji&Bilim

Bir Elektronun Yaşam Hikayesi

Bir Elektronun Hikayesi

Bana bu söyleşiyi gerçekleştirme fırsatını verdiğiniz için teşekkür ederim. Yola koyulmak istediğinizi bi­liyorum, bu nedenle…Hayır, hayır aslında burada biraz durup dinlen­mekten mutlu olurum. Zaten hep hareket halinde­yim biraz dinlenmek bana da iyi gelecektir.Peki o zaman lütfen rahat olun. Söyleşimize baş­layacak olursak, bize yaşınızı ve nereden geldiğini­zi söyleyebilir misiniz?

Yaklaşık elli yıl kadar önce burada ABD’de doğ­dum.

Peki bu doğum nasıl gerçekleşti?

Doğrusunu söylemek gerekirse oldukça sıradan bir şeydi. Güneşten kopan bir alfa parçacığı…

Alfa parçacığı mı?

Evet, bir helyum atomunun çekirdeği, bilirsiniz iki proton ve iki nötron. Bu parçacık sayısız diğer atomlarla birlikte Güneş’ten ayrıldı ve yaklaşık 250 kilometre yukarıda bir nitrojen atomunun içine girdi. Saniyede yüz milyon metre hızında giderken o atomlardan geriye hiçbir şey kalmadı. Protonlar, nötronlar ve diğer birçok parçacık gökyüzüne da­ğıldı. Fakat geride hâlâ çok fazla eneıji vardı, ben de bu enerjiden yakın dostum olan bir pozitronla birlikte doğdum. Maalesef o başka bir elektronla çarpıştı ve yok oldu. Ben ise yaklaşık 100 kilometre yukarıda bir oksijen atomuna tutundum ve sonra da yeryüzüne kadar indim.

Peki ya sonra?

Sonrası pas.

Pas mı?

Evet bilirsiniz, oksitlenme yani. Teksas’ta terk edilmiş bir petrol kulesindeydi, oksijen molekü­lüm…

Az önce sanki oksijen atomu demiş­tiniz ama?

Aslında evet atomdu, ama atmos­ferde daha aşağılara indikçe Güneş’in ultraviyole ışınlarından korunurken başka bir oksijen atomuyla birleştik ve bir molekül haline geldik. Bundan hiç hoşlanmamıştım açıkçası, gerçek­ten hangisine ait olduğunuzu bilme­den bir ileri bir geri iki farklı atomun bir birine bir ötekine bağlanmak falan… Yine de bir süre sonra bu yeni hayata alıştım hatta bazen bu heyecanın ta­dım çıkardığım bile oluyordu.

Anladım, peki… Oksijen molekülünü? diyorduk?

Oksijen molekülüm bunu yaparken ne düşü­nüyordu bilmiyorum ama bir demir atomuna aşın

Okuyacağınız makale, Richard T. Ham- mond’un “From Quarks to Black Hole: Intervi­ewing the Universe” adlı kitabından alınmıştır (World Scientific Puslishing, 2001). Hammond, evrendeki çeşitli olgulan, onlarla söyleşi yapma yöntemiyle açıklıyor. Nisan sayımızda ilk kez “Bir karbon atomu ile söyleşi” bölümünü ya­yımlamıştık. Bu ay “Bir elektron ile söyleşi” bö­lümünü yayımlıyoruz. Bu ilginç kitabın diğer bölümlerini de gelecek sayılanınızda okurlan- mıza sunmaya devam edeceğiz.

yaklaştı, demir atomu da bizi bir kurbağanın sineği yakalaması gibi yakaladı. Eminim o zavallı oksijen hâlâ oradadır.

Peki ne değişti de siz oradan kurtuldunuz?

Aslında benim tüm yaşam tarzım radikal bir şe­kilde değişti. Oksijenleyken bir evim, iyi komşula- nm vardı ve zaman zaman belli heyecanlar yaşasak da genel olarak durağan bir hayatımız vardı. De­mirin içindeyken ise sürekli bir atomdan diğerine itiliyordum, hiçbir atom bana kalıcı bir ev vermi­yordu, yersiz yurtsuz kalmıştım. En küçük elekt­rik alanı bile beni bir yerlere itiyordu, sabah tren istasyonundaki yolcular gibi sıkış tepiş kardeşleri­me çarparak gidiyordum.

Anladığım kadarıyla bir elektrik akışını anla­tıyorsunuz, peki petrol kulesinden nasıl kurtuldu­nuz?

Orada geçirdiğim zaman çok uzun sürmedi. Ku­zeyden bir boran geçti ve pozitif yük birikimi ol­du. Muhtemelen biliyorsunuzdur, biz elektronlann karşı koyamadığı bir şey varsa o da pozitif yüktür; o yüke tıpkı anların çiçeğe doğru uçması gibi gide­riz. Bildiğim başka bir şey de kuzeydeki uğultunun içinde bir zilyon kardeşimle birlikte olduğumdu.

Bir zilyon mu?

Yani hesaplaması zor ama kesinlikle 1023 civan hatta daha fazlaydık sayıca. Çok tehlikeli bir yolculuk olduğunu da eklemeliyim.

Nasıl yani?

Birçoğumuz atomlar ve moleküllerce sıkıştınlmış olduğu için hayatta kalamadı. Neyse o- lumsuz şeylerin bu kadar üstünde durmak istemi­yorum, ben size ev halkıyla maceralanmı anlata­yım.

Lütfen.

Dediğim gibi kuzeye doğru giderken yerel güç nakil şebekesinin bir parçası haline geldim.

 

Bir saniye, ticari elektrik kablo­larla gönderiliyor sanıyordum?

Evet ama bunun %30 kadarlık kısmı aslında toprak akımlarıyla ta­şınıyor, hem beni suçlamayın bunu sîzler tasarladınız. Neyse, başta bir konutun yakınında dolaşıyordum başıma ne geleceğini bilmeden, bir­den evin içine doğru çekildim ve va­kum aletlerinden renkli televizyona kadar neredeyse evdeki her elektrik­li aletin içinden geçtim.

Bir televizyonun içinde olmayı na­sıl buldunuz peki?

Tam bir hayal kırıklığı. Bedava­dan yaşamayı hayal ediyordum a- ma yeniden evin elektrik şebekesine gönderildim.

Bedavadan yaşamak derken?

Biz bu duruma öyle diyoruz. Te­levizyonun resim tüpünde bhkaç bin voltla hızlanıyorsun ve vakuma fırlatılıyorsun ve sonra ekrana gidi­yorsun. Ben burada yalnızca beda­vadan yaşamayı değil aynı zamanda bir oksijen hatta belki de bir nitro­jen molekülüne tutunmayı falan u- mut ediyordum. Ama yine şebeke­ye döndüm. Bu da hiç hoş değildi. Siz alternatif akım kullandığınız için bizler de depremin ortasında kalmış jöle gibi bir ileri bir geri sallanıp du­ruyoruz o akımın içerisinde.

Peki nasıl ilerleme sağlıyorsunuz?

Tamamen irade meselesi.

İrade mi?

Şaka yapıyorum. Ağlarda devamlı potansiyel farklan oluyor yani bu da demek oluyor ki ortalama olarak bir süre bir yönde diğerinden daha çok gidiyoruz. Bir gün bodrumdaki kuyu pompasmdan mutfağa, içine girdiğim son alet olan tost makinesine geldim.

Orada ne oldu?

Yani tost makinesini sevdim ama sahibi sağ olsun bir simidi sıkıştırdı oraya ve bir kırıntı ısıtma elemanı­nın çok yakınına geldi. Aşırı ısınıp kızgın hale gelen eleman beni ilaha kendimi (oparlayamadan buharlaş tirdi ve o kırıntının bir parçası ol­dum. Bundan sonra İşler biraz dalıa çılgın bir hal aldı, Makinenin sahibi beni yedi ve tabii ki Sibirya’ya sür­güne gönderildim.

Sibirya mı?

Yani adamın saçlarına; biz oraya Sibirya diyoruz. Çorak arazi gibi iş­te, anladınız ne demek islediğimi.

Evet anladım.

Zaten kafasının arkasında azıcık olan saçını da karısı kesti. Saçta ye­re düştüm, toprak akımına girebil­mek için bir yol aradım ama bula­madım, sonra bir kuş beni aldı ve bu kez de bir yuvanın parçası hali­ne geldik. Çok mide bulandırıcıy­dı. Neyse, sonunda kuş yuvayı terk ettikten sonra, kış gelmeden Mek­sika Körfezi’nde Fransa kıyılarına doğru giden bir akımın içindeydim aruk. Okyanusta başıma gelenle­ri anlatan bir kitap yazabilirdim a- ma kendimi İsviçre’de buldum ve en büyük korkumla yüz yüze geldim: annihilasyon(l). Biliyorum insanlar genelde CERN’deki müthiş olanak­larla övünüyorlar, fakat bu bizim en büyük kabusumuz.

CEKN’in Avrupa Nükleer Araştır­ma Merkezi olduğunu biliyorum ci­ma anlamadım siz orada ne yapıyor­dunuz?

Aslında orada olmayı ben tercih etmedim. Emirlere uymak zorun­da olduğumuzu unutmayın, elekt­rik alanları “Marş marş!” dediğin­de yürürüz biz, Tabii biraz direnç oluşturuyoruz, öyle her zaman ne­rede ve tam olarak ne yapıyor oldu­ğumuzu bilmenize izin vermiyoruz ama çoğunlukla bizi yöneten bas­kın alanların karşısında çaresiz kalı­yoruz. Kendi aramızda atış mangası olarak söz ettiğimiz bu projenin adı ALEPH’ti (2). Önce bizi çevresi 27 kilometre olan bu büyük dairenin etrafında, ışık hızına yetişene kadar hızlandırarak döndürdüler. O hızda tüm bu 27 kilometrelik uzunluk bi­ze on-on beş santim gibi geliyordu.

Göreli uzunluk kısalmasını tarif ediyorsunuz değil mi?

Evet, ama asıl mesele şu, yakut dostlarımız pozitronlar zıt yönde gidiyordu dogumumu anlatmıştım zaten hatırlayın. Bu arada pozitron anhilasyonu bizim yok olma­mıza neden olan çok az şeyden biri Normalde kendi halimize bırakıldığımızda  sonsuza dek yaşıyoruz.

Oysa ben kafa kafaya çarpışmala­rın çok nadir olduğunu düşünürdüm

Evet öyle ve bu lam bir kabus av tında. Onlarca kez delicesine dön­dürdüler bizi hem de neredeyse he­pimiz yok olana karlar. lam bir katliamdı yani,

Fakat yanlış hatırlamıyorsam bu deneyler…

Deneyler!

Kusura bakmayın ama Z ve W parçacıkları zayıf çekirdek kuvvetle­riyle alakalı teoriyi doğrulayacak şe­kilde yaratılmamış mıydı?

Evet, bu doğru, kimi zaman o da­irede kaybetmiş olduğumuz yoldaş­larımızı bulduk.

Doğrusunu söylemek gerekirse hiç sizin açınızdan düşünmemiştim. Belli kİ kaçabildiniz oradan. Nasıl oldu bu?

Süper iletken mıknatıslardan biri aşırı ısındı ve manyetik alanı zayıfla­dı, ben de yolumu kaybedip çarpıştı- minin duvarına, oradan da alümin­yum ekranlama kablosuna geldim, sonra bir tesisin restorasyonunda ge­ri dönüştürüldüm ve sonunda ken­dimi bir uçağın kanadında buldum O zamandan beri de çok yer gezdim, tüm bunları bir kitap haline getire­bilirdim ama sonra sizinle bu söyle­şiyi yapmayı kabul eltim işte

Bize tecrübelerinizi aktardığınız için teşekkür ederim, tize gelecekte şans diliyorum.

Ben teşekkür ederim,

 

 

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu